Fizyoloji “yaşamın mantığı”nı anlamaya dayanan bir temel bilim dalıdır. Sadece tıbbın en temel derslerinden birisi olmakla kalmaz, canlılıkla ilgili (biyoloji, sağlık bilimleri, spor bilimleri ve sağlık hizmetleri gibi) tüm bilimlerde temel bir konu olarak vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bir benzetme yapmak gerekirse, tüm bilimler içinde fizik biliminin yeri ne ise, yaşam bilimleri için de fizyoloji aynı konumdadır. Canlı bedenin normalde nasıl çalıştığını bilmezseniz, onunla ilgili hiçbir şeyi anlamanız mümkün olmaz.
Yıllardır çeşitli üniversitelerin tıp fakültelerinde öğretim üyesi olarak, ondan önce de yaklaşık altı yıl asistan olarak tıp ve diğer sağlık bilimleri öğrencilerine fizyoloji dersleri veriyorum. İlk günden beri anlattığım konulardan çok büyük bir heyecan duydum. İlk zamanlarda bu heyecan, neredeyse yaşıtım olan öğrencilerin karşısında bazı karmaşık konuları derli toplu anlatabilmenin telaşına karışıp, gözümden kaçıyordu. Fakat sonra, biraz daha derinleşmeye fırsat buldukça, dersler benim için vazgeçilmez bir “derin düşünce” vesilesi haline geldi.
Her yıl girdiğim ilk derste, hangi sınıftan olursa olsun öğrencilerime yaptığım bir kısa “giriş” konuşmam var. Bu konuşmada kısaca kendimi tanıtmanın ardından, dersi nasıl anlattığıma dair öğrenci arkadaşlara bazı bilgiler vermeyi amaçlıyorum. Bunu yapmanın bir çok faydasını gördüm; çünkü fizyoloji dersi anlatmak, benim için hiçbir zaman “herhangi bir konuyu anlatmak” kadar basit bir iş olmuyor. Bu konuşmada kısaca, fizyolojinin benim için bir meslek değil, bir yaşam şekli olduğunu anlatıyorum önce. Öğrencilerin tuhaflaşmaya başlayan bakışlarına aldırmadan devam ediyorum:
“Derste her şey serbest. İstediğiniz zaman gelin, istediğiniz zaman çıkın, istediğinizi yiyin-için; ses çıkarıp dikkati dağıtmayın yeter. Ve sadece bir tek şeye dikkat edin lütfen: Ben fizyolojide herhangi bir konudan bahsederken, genellikle bu dünya ile olan irtibatım kesiliyor! Sorularınızı elbette hemen aklınıza geldiğinde sorun, ama lütfen, beni sınav soruları gibi luzumsuz konularla yahut ders dışı sohbetlerinizle bu dünyaya çekmeyin… Her zaman zihnen burada olamayabilirsiniz, fakat lütfen; ola ki bir-iki arkadaşınızın da benimle birlikte ayakları yerden kesilmiştir; onların bu haline saygı gösterin…”
Bu tarz bir konuşma sonrasında genellikle bütün derslerimiz güzel geçiyor. Yalan değil, söylediklerimin hepsi gerçekten yaşadığım şeyler. O kadar mükemmel mekanizmalardan, o kadar harika şeylerden bahsediyorum ki, vecd içinde kendinden geçmemek elde değil! Televizyondaki belgesellerde yahut bazı basın-yayın organlarında insan ve hayvan bedenlerine ilişkin çarpıcı bazı bilgileri kulak kabartarak takip ediyorsunuzdur. İşte fizyolojide bunların hepsi ve çok daha fazlası var.
O her gün düşünmeden vücuttan attığınız idrarın böbreklerdeki mikro makineler tarafından nasıl özenle hazırlandığının ayrıtılarını bir bilseniz; bu yazıyı okurken, beyin hücreleriniz arasında gezinen elektrik sinyallerinin beyninizi nasıl yeni baştan şekillendirdiğini bir hayal etseniz; hayat boyu durmadan çarpan kalbinizin bu işi nasıl akıl almaz bir incelikle her saniye gerçekleştirdiğinin ayrıntılarını biraz inceleseniz; gözlerinizin, kulaklarınızın ve diğer duyu organlarınızın sizi çevreden haberdar etme maharetlerinin ne kadar ince ve hassas kanunlara bağlı olduğunu bir görseniz…
Yerinizde durabilmeniz mümkün değil…
İşte bu yüzden, fizyolojiyi anlatmak zordur. Dimağları sünger gibi bilgiyi emen bir grup öğrenci karşısında, evrenin en büyük sırrı olan canlılığın mantığını parça parça anlatmak hiç kolay değildir. Hatta imkansızdır, çünkü ne kadar uzman olursanız olun, bir çok olayın vücutta “neden” öyle olduğunu bilemezsiniz. Sadece öyledir ve siz gözlemleri-sonuçları aktarırsınız öğrenciye. “Anlamış gibi” yapabilirsiniz, ama inanın, sonuçta buna kimse inanmaz. Evet, bilim çok gelişmiştir, yöntemlerimiz atom boyutlarını gözlemeye gelip dayanmıştır ama hala yaşamın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz işte! Bunu anlatmak, daha doğrusu bunu anlamaya ve anlatmaya çalışmak, büyük bir ayrıcalıktır bana göre.
Dolayısıyla fizyoloji anlatırken, aslında hayranlığımı anlatıyorum. Bu uçsuz bucaksız bilgi aleminde, elimizdeki kırıntıların bile ne kadar baş döndürücü olduğundan bahsediyorum. Bazen, hatta çoğu zaman, “sıradan” bir işleme sürecini anlatırken bile gözlerim dolar. Önceleri bu hislerimi belli etmemeye gayret ederdim; ama artık, ön sıralarda o parlayan gözleri gördükçe, fizyolojinin anlamını ben de yeni baştan öğreniyorum.
Biliyorum ki, bir şeyler heyecan ve aşkla öğrenildiğinde insanın içine işliyor. İnsana bizzat kendisini anlattığımız fizyoloji dersi için bu çok daha geçerli.
Umudum odur ki, ezberlenecek sıkıcı bilgi yığınları yerine, hayretlerle dolu bir seyirgah olarak sunulabilen bilgileri öğrenen öğrenciler, gerçek “hekimler” ve “yaşam bilimcileri”; hatta dahası “gerçekten kamil insanlar” olma yolunda ilk sağlam adımlarını atmış olacaklar.
Bunu sağlamanın da tek yolu, bütün öğreticilerin, konuları ne olursa olsun mesleklerini “aşk”la icra etmesidir.
Benim bildiğim başka bir yol yok…