Şuursuzluk

Düşünceler

Sinan Canan

“Yürüyen Ölüler” (Walking Dead) dizisini izlediniz mi? Yahut piyasada dönem dönem bolca arz-ı endam eden diğer “zombi” öykülerinden herhangi birisini? Hani böyle gizemli bir hastalığın yahut virüsün etkisiyle ruhsuz ama yürüyen cesetlere dönüşen insanların korku saçtığı senaryolar var ya, onlardan bahsediyorum. Uzun zaman sonra yine aklıma düştüler…

İlk seyrettiğim zombi filmi, ismini hatırlamıyorum, ama sürekli “beyin yemeye” çalışan zombileri anlatmaya gayret eden pek düşük kaliteli bir Amerikan filmiydi. Avurtları çökmüş, dudaksız çenelerinden fırlayan dişleri ile sürekli buldukları herkesi ısırmak üzere avarace gezen, ucuz makyajlı oyuncuların canlandırdığı zombiler  -film ne kadar kötü de olsa- bir hayli ürkütücü gelmişti bana. Sonra benzer hikayelerin onlarcasını izledim. Hikâye genelde hep aynı. Çoğu senaryoda, ölü olmalarına rağmen ağır ağır hareket eden ve bir şekilde normal insanları gafil avlayıp ısırarak onları da zombileştiren karakterlerin onlarca çeşidini gördüm.

Ara sıra düşünürdüm: Zombilerde esas korkutucu olan şey nedir? Isırıyorlar, evet, ama bir insan ısırığı size en fazla ne yapabilir ki? Kurt yahut ayı değiliz ya sonuçta, ısırarak verebileceğimiz hasar belli. Evet, ısırınca sen de zombi oluyorsun ama o kadar yavaş hareket eden zombilerden kaçmak ne kadar zor olabilir ki? Zombi fikrinde korkutucu olan bunlar değildi. Zombiler, şuursuzca ilerliyor ve sadece canlı insanları görünce onları “otomatik olarak” ısırıyorlardı. Bir zombiyi korkutucu kılan şey, muhakemesinin olmayışıydı. Basit ve sinir bozucu bir programla çalışıyordu hepsi: Canlı bulursan ısır yahut beynini ye! Daha cin fikirli zombi senaryoları da çıktı sonra: 28 Gün Sonra, 28 Hafta Sonra ve World War Z gibi. Bunlarda da zombiler vardı ama bu kez çok sinirli ve hızlıydılar. Zombileştiren virüs, şuursuz bir öfke yaratıyordu ve kurbanlar saniyeler içinde deli gibi diğer insanların peşine düşen avcılar haline geliyordu. Detaylar farklı ama esas aynıydı: Şuursuzca öldürmeye programlanmış, konuşarak ikna edemeyeceğiniz varlıkların yarattığı dehşet.

Seri katillerle, psikopatlarla, canilerle ilgili filmlerde de benzer bir tema vardır. Manyağın biri, genelde nedendir bilinmez, hababam birilerini öldürüp durur. Bu karakterlerin hiçbirisi karşısına geçip de “yahu birader, dur bir dakika, ne yapıyorsun, azıcık bir konuşalım”  diyebileceğiniz tipler değildir. Shining’den Kuzuların Sessizliği’ne kadar her senaryoda “şuursuzca” öldürmeye programlı insanların yarattığı dehşeti izler, bizler de çoğunlukla resmedilen olaylardan dolayı dehşete düşeriz. Hele ki karanlık ve kasvetli hücresinde kan donduran bir kendinden eminlikle, “gününü bekleyen” Hannibal Lecter karakterinin sadece konuşması bile bizi dehşete düşürmeye yeter. Bu azılı seri katil, entelektüel derinliği tartışma götürmez bir psikiyatrist olsa bile, korku unsuru hep aynıdır: Şuursuzca öldürmeye, yok etmeye, hatta bir de kurbanlarını pişirip afiyetle yemeye programlıdır.

Nedir şuursuzluğun şiarı? Makinalar da şuursuzdur ama onlardan korkmayız genelde. Zombilerden ve psikopatlardan esas korkumuzun nereden geldiğini en net şekilde yıllar evvel en başta zikrettiğim “Yürüyen Ölüler” dizisinin üçüncü sezonunda anladığımı hatırlıyorum. Bu dizide zombiler devasa sürüler halinde gezinirler ve bir sürüyle karşılaştınız mı pek şansınız yoktur. Zira tek tek zombilerle baş etmek zor değildir; kafasına sivri bir şey sapladın mı (nedense) kolayca devre dışı kalırlar ama şuursuz bir zombi kalabalığını tek tek “öldürerek” baş etmeniz imkansızdır.

Dizinin ilk sezonundan itibaren karşımıza sıklıkla çıkan bir manzara var: zombilerin yürüyüş yolu üzerine, mesela yere saplanmış ve uçları zombilere dönük mızraklar yahut sopalar falan sapladığınızda, otomatik olarak sürekli yürüyen zombilerimiz bu mızraklara “saplanıp” oldukları yerde debelenmeye devam ediyorlar. Ölmüyorlar ama durdurulabiliyorlar. Burnunun dibine gelseniz bile boynu, uzandığı kadar uzanıp sizi dişlemeye çalışıyor, ama nafile. Yahut bir zombiyi bir yere bağladığınızda, sadece homurdanıp boşluğu dişliyor. Size bir zararı olamıyor. Zombiler, durdurulduğu zaman tehlike arz etmiyorlar. Zombiler, “duramadıkları” için bizi korkutuyorlar. Durururlarsa bütün karizmaları ve korkutuculukları bitiyor. Yahut dizideki siyahi kadın savaşçı Michonne karakterinin sürekli boyunlarına bağladığı bir iple yanında gezdirdiği iki zombi gibi, alt çenelerini söküverirseniz, ısıramadıkları için mecburen öyle süklüm püklüm duruyorlar. Durduklarında, artık korkutucu olmuyorlar, hatta hepimizde bir acıma hissi bile oluşturuyorlar.

Neticede zombinin korkutuculuğu şuursuzluğundan geliyor; şuursuzluğun en belirgin işareti ise duramamak. Durup bir “ben ne yapıyorum?” diye düşünememek. Zira şuur, yahut “bilinç”; programlanmış etki-tepki zincirinden çıkıp farklı bir şey yapabilmemizi, amaçlı ve kontrollü “eylemler” ortaya koyabilmemizi sağlayan benzersiz bir özelliğimizdir. Şuur olmadığında tavrımızı ve davranışlarımızı değiştiremiyoruz. Şuur devreye girince davranışlarımızı ve neticede kaderimizi bile değiştirebiliyoruz. Bu anlamda insandaki en “tanrısal” yeteneklerden birisi gibi duruyor “şuur”. Yaratıcılık gibi insanın alamet-i farikası olan fenomenler bile onunla doğrudan ilişkili. Yaratıcı bir zombi yoktur; zira bilinç yoksa, yaratıcılık da dahil, insana has hemen hiçbir şey yoktur.

Gelişine vurduğum, etkiye karşı düşünmeden tepki verdiğim birçok geçmiş deneyimimden nasıl pişmanlık biriktirdiğimi sıklıkla düşünürüm. Pişmanlıkların ortak noktası, bilinçsiz verilen tepkilerden ortaya çıkan sonuçlara dair olmalarıdır. Bilinçli eylemler, pişmanlığa neden olmaz; hata yapılsa bile neticesi “öğrenme”dir çünkü. Her bilinçsiz hareket de pişmanlık yaratmaz elbette; ama duramadığımız için fazla yediğimiz, duramadığımız için o kötü sözleri sarf ettiğimiz, duramadığımız için hak yediğimiz, durup düşünemediğimiz için gereksiz riskler aldığımız o tüm durumlar, esas itibariyle şuursuzluktandır. Şuur varsa, her zaman “daha faydalı ve insani olanı seçebilme” şansımız vardır; her seferinde tam tamına muvaffak olamasak da…

“Yürüyen Ölüler” dizisinin daha ilk sezonlarından itibaren tüm izleyenlerin ortak paylaştığı bir hissiyat var. Bence dizinin başarısı da bu hissiyatı güzelce işleyebilmesinden geliyor. Şuursuz zombiler, evet ilk başta pek ürkütücü ve korkutucu, ama senaryo ilerledikçe, o garibanlarla nasıl başa çıkacaklarını öğreniyor insanlar. Büyük bir ahmaklık yapmazlar veya riske girmezlerse, zombiler artık esas korkutucu unsur olmaktan çıkıyorlar. Fakat bu sefer, zombi istilası altından dünyada hayatta kalan ve hayatta kalmak için şuursuzca her yöntemi deneyen insanlar karşımıza çıkmaya başlıyor. Ve dizinin ilk birkaç bölümünden sonra izleyenler artık zombilerden ziyade insanlardan korkmaya başlıyor. Hele ki dizinin altıncı sezonunda ortaya çıkan bir Negan karakteri var ki izleyenler onunla tanıştıktan kısa bir süre sonra zombilere rahmet okumaya bile başlıyor! Gaddarlığı ve insanlık dışı vahşeti ile Negan ve arkadaşları, tüm izleyenlere insanın “şuursuz nefretinin” zombilerin “şuursuz yıkıcılığını” nasıl gölgede bırakabildiğini gayet net olarak gösteriyor.

Şuursuz, duramıyor. Şuursuz yakıyor, yıkıyor ve bunun için çok “mantıklı gerekçeleri” bile olabiliyor. Şuursuz değişemiyor, değiştirilemiyor. Zombinin şuursuzunun ne yapacağı belli; ama insanın şuursuzu cehennemi bile serin gösterebilecek kötülüklere gebe. İşte o yüzden cehenneme giden kesin bilet, şuursuzluk. Şuur olmadığında, insan kötülüğün cisimleşmiş haline kolayca dönüşebiliyor.

Şuursuz hareket eden insan bir yönüyle bir zombidir. Şuuru uyanana kadar öyledir. İsterse son derece karmaşık bilimsel hesaplarla uğraşsın, isterse geyik muhabbeti yapsın, şuur yoksa o bir zombidir. Hareketlerimizin akılla ve mantıkla açıklanabiliyor olması, gerekçelendirilebilmesi veya anlaşılır olması tek başına şuur işareti değildir. Şuur, yaptığını değiştirebilme, başka bir şey yapabilmeyi seçebilme ve yapmamayı tercih edebilmeyle ilgilidir. Bu yoksa, insan çok kötücül bir zombidir. Hem de hiçbir zombi senaryosunda göremeyeceğiniz kötülükleri bekleyebileceğiniz bir tür süper-zombi!

Son bir not: “Yürüyen Ölüler” dizisinin en kötü karakterlerinden birisi olan Negan’ın gaddar ekibinin adı kod adı “Kurtarıcılar” (Saviors) idi; izleyenler hatırlayacaktır. Gönderme oraya mı bilemem ama, insan ister istemez, tarih boyunca “insanlığın kurtarıcılığına soyunmuş şuursuzları” düşünmeden edemiyor.
Sahi, biz başka neden sıkıntı çektik ki?
“Bence”

İLGİLİ YAZILAR:

Hiçbir sonuç bulunamadı.